Kategoriler
Güncel Gündem

Üniversitelerin akademik başarısı neden düşüyor?

“Hiçbir üniversite kendi doktora mezununu işe almaz. Bunu ensest gibi görürler. Türkiye’deki sistem, istisnalar dışında bunun tam tersidir. Kendi mezunlarını işe alan Türkiye akademyası nasıl uluslararası rekabet üretebilir?”

Şangay Klasmanı, dünyanın en iyi üniversitelerini açıkladı. Türkiye’deki hiçbir üniversite, ilk 100’e giremezken sıralamada ülkemizden sadece 11 üniversite yer aldı. Klasmana göre İstanbul Üniversitesi (İÜ), Türkiye’nin en iyi üniversite olarak kayda geçti.  İÜ, ilk 500 içerisinde yer aldı.

Zihniyet değişmeli

TGS Akademi Koordinatörü ve Akademisyen Orhan Şener, Türkiye’nin yüksek eğitimde yükselmesi için bilimsel, seküler ve evrensel eğitime önem vermeyen zihniyetin değişmesi gerektiğini kaydetti. Şener, “Bunun değişebilmesi için belli bir zihniyetin değişmesi ve sistemin evrensel standartlara göre baştan düzenlenmesi gerekiyor.” diye konuştu. Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Erol Köroğlu da yüksek öğretim sektörüne yatırım yapılması gerektiğini dile getirdi.

Hacettepe Üniversitesi ilk 700’e; Marmara, Erciyes ve Gazi üniversiteleri ise ilk bine girdi.

Euronews’in haberine göre Şangay Klasmanı, 2019 yılındaki gibi kaldı. Liste değişmedi. Harvard birinci olurken Harvard’ı Stanford ve Cambridge üniversiteleri izledi.

Türkiye’nin başarısı neden düşüyor?

Özellikle vakıf üniversiteleri olmak üzre yeni açılan üniversiteler, Türkiye’deki akademinin kalitesini düşürüyor. Akademisyenlere göre liseden mezun olanların akademik temelinin olmaması, yükseköğretimin ticaret alanı olarak görülmesi ve bilime önem verilmemesi Türkiye’nin akademideki sıralamasını aşağıya çekiyor.

Sivil Sayfalar’dan Gökhan Korkmaz’ın haberine göre; Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Akademi Koordinatörü ve Akademisyen Orhan Şener, 20 yılda yüzlerce üniversitenin açıldığını dile getirerek “Bunların ekseriyeti de vakıf  üniversitelerinin ve bu yeni üniversitelerin bir çoğunun eğitim kalitesi bakımından dünya standartlarının oldukça altında olduğunu görüyoruz. Her ne kadar Anadolu’da açılan üniversitelerin o illerin sosyal ve kültürel iklimine öyle ya da böyle bir pozitif etkisi olsa da, toplamda kalitenin düşmesine sebep olan bir yanı olduğu da söylenebilir.” ifadelerini kullandı.

TGS Akademi Koordinatörü Orhan Şener, öğrenci başına düşen hoca sayısının yanı sıra uluslararası makale sayısında, üniversite kütüphanesindeki kitap sayısında, araştırmalara ayrılan bütçe miktarında ve bunun gibi birçok nicel değerlendirmelerde Türkiye’nin geride olduğunu dile getirdi.

Bilime önem verilmiyor

TGS Akademi Koordinatörü Şener, “Ancak nitelik bakımından da bilimsel, seküler, dünyalı eğitime yeterli önemin verilmeyişinden, liseden gelen öğrencilerin yeterli temele sahip olmamaları gibi pek çok yapısal sorun da bu sonuçlara sebep oluyor.” diye konuştu.

“Türkiye’nin böyle bir yatırımı yapması zor olduğu için, bazı üniversitelerimiz bazen bu listelere girer, bazen de listeden düşer. Eğilim listelerde altlara gitmek yönünde olacaktır diye düşünüyorum. Örneğin Şangay Klasmanı tıp ve mühendislik alanlarına öncelik veriyor.” diyen Boğaziçi Üniversitesi (BOÜN) Öğretim Üyesi Erol Köroğlu sözlerine “Türkiye’de bir üniversitenin Nobel ödüllü bir araştırmacıyı herhangi bir üniversitesine dahil etme, gereken maaş ve araştırma imkânlarını yaratması mümkün olabilir mi? Bu bir yana, kör topal yükseköğretim yapısı son derece niteliksiz bir YÖK’e tamamıyla ram edilmiş bir yükseköğretimden bahsediyoruz.” şeklinde devam etti.

Üniversiteler bağımsız değil

Üniversitelerin öz yönetimi olmadığına değinen BOÜN Öğretim Üyesi Erol Köroğlu, yükseköğretim kurumlarının kendilerine kaynak oluşturamadığını, rektörlerin ise yukarıdan atandığını söyledi. Köroğlu şöyle konuştu:

“Çok küçük bir örnek: Neoliberal yükseköğretim sektörünün merkezi olan ABD’de de, her akademik alan bir pazar oluşturur. Antropologlar, tıpçılar, mühendisler, Ortadoğu uzmanları, Amerikan tarihçileri… Bunların meslek örgütleri, yapılanmaları vardır. Yıllık toplantılar yapar, yayınlar çıkarırlar. Yeni mezun olan herkes bu pazara girer ve doğrudan üniversitelerle görüşerek kendilerine iş bulurlar. Hiçbir üniversite kendi doktora mezununu işe almaz. Bunu ensest gibi görürler. Türkiye’deki sistem, istisnalar dışında bunun tam tersidir. Kendi mezunlarını işe alan Türkiye akademyası nasıl uluslararası rekabet üretebilir?”